12 Şubat 2014 Çarşamba

SEKERAT ÖLÜM SERHOŞLUĞU

Sonsuz bir hayatın başlangıcı olan ölüm gün gelecek bizim de çalacak kapımızı mübarekler İnsana en yakın olandır ölüm ve herkes ölecek yaştadır mübarekler. Ama ölümün hakikatine dair o kadar az şey biliyoruz ki. Sabah mahmurluğunu üzerinden atmak ve kahvaltıyı hazırlamak için mutfağa yöneldi. Açık kalan mutfak penceresinden kulağına çalınan sala ile irkildi bir an Eli ayağına dolaştı sendeleyip olduğu yere çöktü. Oğlunun sınıf arkadaşının salasıydı minarede okunan. Daha 17 yaşındaydı Alim körpe balam. Allah sabır versin en çok da annesine. diyerek boğuldu gözyaşlarına. Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm. Onun bizi nerede ve ne zaman karşılayacağı bir muamma iken ona dair bilinmesi gereken birçok soru da kafamızı kurcalıyor. Bu sorulara cevap bulmak için ölümün o sırlı perdesini aralamaya ne dersiniz? Merak edilenlerden biri de hiç kuşkusuz sekerat anı. Son nefesini vermeden önce ölüm sürecine giren kişilerin bilincini yitirme hali sekerât-ı mevt yani ölüm sarhoşluğu. Bu duruma ümitsizlik anlamında ye’s veya be’s hali de denir. Ayet-i kerimede Gerçek olan ölüm sarhoşluğu geldiğinde bundan asla kaçamayacaksın. Kaf 50/19 buyuruluyor. Zira ölüm kendimizi hazır hissettiğimizde kapımızı çalmaz. İnsan her daim yaşama ümidi taşıdığı için ölüme de hazırlıksız yakalanır. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bile Allah’ım sekerât-ı mevtte bana yardım et. diye dua ediyor. Hadisten de anladığımız üzere bu an Ademoğlu için oldukça zor bir süreç. Peki onu nasıl okumalı ve ne yapmalıyız? Ölüm sürecinde yani sekerat anındaki kişiye kelime-i şahadet telkininde bulunulur. Yanında kelime-i şahadet ve kelime-i tevhit okunur. Ancak onu buna zorlayıp ve söylemesi için çaba sarf etmek doğru bir yaklaşım değil. bu telkini kabul etmeyip yerine getiremeyen kişinin imansız gittiği hükmüne varılmasının ise doğru olmayacağına dikkat çekiyoruz Çünkü bu sekerât hali’dir ve kişinin bilinci tam olarak yerinde olmaz. Ölüm anı ve sonrası insanlara kapalı olduğundan kişilerin bu halde sarf ettikleri sözler ve davranışlarıyla alakalı yersiz hükümlerde bulunmak çok yanlış. Örneğin acı çekerek ölen kişinin bu hali farklı yorumlanabiliyor insanlar tarafından. Hatta meseleyi abartıp acı çekerek ruhunu teslim edenlerin kötü insan olduğuna hatta cehenneme gideceğine dair yorumlar yapılabiliyor. Oysa Allahu Teala kulunun günahlarını bağışlamak için bazen ölüm anında ona sıkıntı yaşatır. Bu durum kul için bir nevi mükâfat anlamına gelebilir. Dolayısıyla acı çekerek ölen kişinin o hali günahlarına kefaret günahının bedelini bu dünyada ödemesi- şeklinde değerlendirilir. Karadaş, bu durumu şöyle yorumluyor: Ölümden sonraki süreç yaşayan insanlar için artık gayb halidir ve yorum yapmak biz insanlara yasaklanıyor. Çünkü gayb alemi Allah’a açık ve insanlara kapalı. O alemin bilgisi yalnızca Allah katındadır. Bu tür yorum yapan insanlar da gaybı bilme iddiasına kalkışır. Bu da Allah’a karşı cüretkarca bir tavırdır aslında. Anlıyoruz ki ölmek üzere olan şahıslarla ilgili olumsuz yorum ve davranışlardan kaçınmakta yarar var. Doğru olan ölenin ardından dua edip onu hayırla yad etmek. İnsanın bütün dünyevi sıfatlarından sıyrıldığı andır ölüm. Bir anlamda doğduğu ana dönüştür. Bu halin bir alameti ve sembolik ifadesi olarak bütün elbiselerinden soyulur ve dikişsiz bir kefen ile defnedilir. Namazı kılındıktan sonra cenaze kabre kadar omuzlarda taşınır. Cenazeyi kabre kadar kırk adım taşımak ise menduptur (dinimizde yapılması hâlinde sevap yapılmazsa günâh olmayan eylem). Cenaze namazı esnasında imamb Ey cemaat bu kişiyi nasıl bilirdiniz? diye sorar karşısındaki hüzünlü kalabalığa. Cemaatten İyi bilirdik nidası yükselir göğe doğru. Ancak Müslümanların bilmedikleri kişiler için yalan yere iyi veya kötü diye şahitlik etmeleri caiz değil. Bunun yerine Allah rahmet eylesin denmesi en uygun olanı. Zira bu bir şahitlik değil duadır. Ayrıca ölünün başında uzun boylu konuşmak onu övmek cahiliye âdeti olmasının yanı sıra Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) sünnetine de aykırı bir davranış. Gönüllerin Sultanı definden sonra kabrin başında bir müddet durup etrafındakilere şöyle der: Kardeşiniz için Allah’tan mağfiret dileyin ve sorguyu şaşırmadan cevaplandırmasını isteyin; çünkü o şu anda sorguya çekiliyor. Bu hadis-i şerife istinaden cenaze defnedildikten sonra bir müddet oradan ayrılmayıp dua ve istiğfar etmek sünnete tabi olmak anlamına gelir ki böyle hareket ekmekte yarar var. KABİR HAYATI Ömrün nihayete ermesiyle kabir hayatı başlıyor. Tekrar diriliş anonsu olan ikinci sura üflenmesi ile son buluyor bu hayat. Geçici olması yönüyle dünyaya amellerin olmamasıyla da ahirete benziyor kabir süreci. Dünya ile ahiret arasında engel anlamına gelen berzah hayatı da deniliyor ona. Berzah Kur an-ı Kerim’de şöyle anlatılıyor: Onlardan birine ölüm gelince Rabb’im beni geri çevir belki yapmadan bıraktığımı tamamlar iyi işler işlerim der. Hayır bu söylediği sadece kendi lafıdır. Tekrar diriltilecekleri güne kadar arkalarında onları geriye dönmekten alıkoyan bir berzah engel vardır. Mü’minün 23/99 Kabir hayatının nasıl olacağı ve mahiyeti konusunda çok açık bilgiler yok. Hadis-i şerifte Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur. diye tanımlanıp bir ölçüde mahiyeti hakkında bilgi veriliyor. Dünya ve kabir hayatı kıyametin kopmasına kadar devam edeceği için aralarında bir paralellik söz konusu. Ancak zamanın göreceli olduğunu hesaba katarsak aslında bütün insanların kabir ve dünya hayatlarının birbirine denk olacağını varsayabiliriz. Çünkü bütün insanlar ne zaman ölmüş olurlarsa olsunlar kabir hayatını eşit miktarda yaşamış gibi algılayacak. Bazı ayetlerde ise insanların dünyada kalış süresini sanki bir an veya bir gün gibi algıladıkları zikredilir: Onlar mahşerde bir araya toplandıkları gün, sanki sadece gündüzün görüşüp tanıştıkları bir saat kadar dünyada kalmış olurlar. Allah’ın karşısına çıkmayı yalanlayıp yola gelmemiş olanlar en büyük hüsrana uğramış olanlardır. Yunus 10/45 Öte yandan Ashab-ı Kehf mağarada çok uzun bir süre kalır ancak uyandıklarında bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldıklarını zannederler. Kabrimizi en çok ne aydınlatır? Yüce Allah Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz i (sallallahu aleyhi ve sellem) insanları zulmetten (karanlık) aydınlığa çıkarmaya vesile olsun diye gönderir. Bundan ötürü kabri; iman salih amel ve Kur’an aydınlatır. Ahiret aydınlığına vesile olan şeyler İman ve İslam ilkeleri çerçevesinde ortaya konulan işler ve Kur’an’ın rehberliğinde yaşanılan hayat kabri ve ahireti aydınlatır. Çünkü nur Allah’ın ismidir bu ismin tecellisine mazhar olmak ancak Allah’ın isimleriyle ahlaklanmayla olur. Kabir meselesinden bahsederken halk arasında kabir komşuluğu denen hususa değinmekte yarar var. Ölümden sonra dünyevî haller şartlar bütünüyle değişir. Bu sebeple kabirlerin yan yana ve aynı mezarlıkta bulunması yani kabir komşuluğu ölenler için hiçbir anlam ifade etmez. Ölü için artık sadece yapılan dualar okunan Kur’an-ı Kerim verilen sadaka-i cariyenin önemi vardır. Peki kabir yerinin bir ehemmiyeti var mı? Bu sorumuza Karadaş’ın cevabı şöyle: Kabrin nerede olduğu önemli değil. Ölümle birlikte kişi dünyadan kopar. Ölenin yakınları mezarı ziyaret etmek için yakınlarında olmasını isteyebilir. Dolayısıyla nerede defnedildiği geride kalanları ilgilendirir. Dini açıdan ölen kişinin memleketine gömülmesi de çok önemli değil. Nerede olursa olsun yapılan dualar kendisine ulaşır. Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in “Büyük randevu bilsem nerede saat kaçta? Tabutumun tahtası bilsem hangi ağaçta? mısraları büyük randevunun önemine dikkat çekiyor bir anlamda. Ölüm yok oluş değil elbette. Salih amel işleyenler için dipdiri bir hayatın başlangıcıdır. Onun sonsuz bir hayatın başlangıcı olduğunu bilmek en güzel teselli olsa gerek mübarekler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder